Alber Camus, toplumsal düzenle bireyin özgürlüğü arasındaki açmazı, kişinin kendine ve topluma karşı yabancılaşmasını açığa vuran kült bir roman ortaya koydu. Yabancı, yazarı Albert Camus’un en çok okunan, tanınan, satılan ve çevirilen kitabı olarak kendine has bir rekora sahip kitabıdır.
Az hacimli ve okuyucusuna keyif veren bir yapıt. Edebiyat dünyasında silinmez izler bırakan Camus, henüz 46 yaşındayken geçirdiği trafik kazansında hayata veda etti. Yazar, 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü. Büyüleyici kalem yaşasaydı kim bilir daha ne eserler yazardı.
“Başkalarından daha erken ölecektim”
“Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikârdı. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez. Meursault, annesinin öldüğünü öğrendiği gün cenazeye katılmak üzere yola çıkar, hava çok sıcaktır. Gün boyu hissettikleri dış dünyaya ait uyarıcılardan öteye geçmez; sıcak, ışık onu rahatsız eder, dikkati kendi bedeni üzerindedir. Herkes ondan bir oğul olarak duygusal bir tepki beklerken o duyusal dünyaya dikkat kesilmiştir.”
Kendine, topluma yabancı olan biri…
1913-1960 yılları arasında yaşayan Camus, dünya edebiyatına bir armağan gibidir. Yazdığı eserlerle adından sıkça söz ettirmeyi başaran Camus, gizemli romanı Yabancı’yı 1942 yılında yayınladı.
Yazıldığı dönem içinde pek az yazara nasip olan kısa sürede geniş okur kitlesine ulaşabilme ve baskı üstüne baskı yapma başarısında Camus’un yalın ve akıcı bir dile sahip olmasının etkisiyse yadsınamaz.
Ölümün bu dünyada kaçınılmaz bir son olduğuna, bunun farkında olan bireyin yaşadığı hayatı anlamsız bulduğuna dair çarpıcı bir roman. İçinde barındırdığı dram ve trajedi ile okuyanları türlü sorularla baş başa bırakır.
Roman kahramanının bir adı yok. Varsa da yazar bunun bizim öğrenmemizi istemese gerek, çünkü bizimle tam anlamıyla tanıştırmıyor. Yalnızca soyadını vermekle yetinmiş. Her şeye yabancı, adsız karakter; Mösyö Meursault…
Bir kimlik bunalımıdır onun yaşadığı. Toplumda gerçek olan hiçbir şey Meursault için hakikat özeliğini taşımaz.
Dediğim gibi o bir yabancıdır.
Kendine bile.
Sayfa: 112
Ölüm ve boşvermişlik
Meursault’un hayatta tek varlığı annesidir. Ancak annesinin öldüğünü öğrendiğinde hiçbir tepki vermez. En ufak bir üzüntü belirtisi bile yüzüne yansımaz. O kadar rahattır ki çevresindeki insanlar da bu garip duyguya anlam veremezler. Annesini seven bir adam, öldüğünde neden üzülmez, ağlamaz?
Annesini görmeyi bile istemez o an. Tabutunun başında oturur türlü hayaller kurar, derin düşüncelere dalar. İçinde bulunduğu toplumsal yapının değer yargılarını derinlemesine eleştirir. Bunu romanın satır aralarında görmek pekâlâ mümkündür.
Kayıtsızlığın için bir aşk
Meursault nasıl bir kayıtsızlığın içindedir ki; annesinin ölümü karşısında üzülmek yerine, o gün bir kadına bile aşık olur… Meursault, bu buhranlı döneminde hayatına giren kadınla zamanının çoğunu geçirmekte onunla mutlu olmaya çalışmaktadır.
Bununla birlikte, onun için artık hiçbir şeyin manası yoktur. Zaten olmayan manevi duyguları iyice körelmiştir. Bu anlamsız ve boş hayatta tutunacağı tek dalı sevdiği kadın olur.
Mösyö Meursault, beklenmedik büyük bir hadise ile bütün mutluluğundan ve dünyevi zevklerinden mahrum kalacak, zor günlere teslim olacaktır. Zaten bunalım havasında geçen hayatının, gerçek ve sert bir tokadını aslında o zaman yiyecektir.
Yaşamını alt üst eden bu hadise, kalbine onarılmaz yaralar açarken, başına da büyük belalar açacaktır. Meursault için eski olan her şey eski olarak devam edecektir. Adını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz kahramanımız bu dünyanın yabancısıdır.
Camus’un bu başyapıtını okuyun…